Fizan Neresidir ki?
|
|
05-05-2008, 11:52 AM
Yorum: #1
|
|||
|
|||
Fizan Neresidir ki?
Mustafa KÖSE
Tarih Bilimci Çok eski tarihlerden beri, bulunduğu Ülke'de iktidara sahip olan Kral, Sultan yada Hükümet- ler, kendi uygulamalarıyla ters düşen, yapılan uygulamaların yanlışlarına karşı çıkan ya da siyaseten kendi görüşlerine karşı duran "memurlarını " çoğu kez de kendisi hakkında fesatlık, çekememezlik, koltuğunu kaptırma korkusu içindeki sistemle bütünleşmiş bu arada malı götürüp zenginlikte ihya olmuş rakip amirlerin, Jurnalleriyle görev yerlerinden sürdürülür, ailesinden, yaşadığı çevreden çok uzaklarda gözlem ve tecrid edilirler. Artık "Uyumsuz Memur" suskun ve susturulmuştur (Acaba !). Hatta onu yollatan Malumlar bir de kebap partisi düzenleyerek, kutlayabilirler. Bu tayin ve sürgünler zamana, devre göre uzaklık ve yoğunluk taşıyabilirler. İşte < bu kafayla seni Fizan'a yollarlar > denerek, dilimizde deyim haline gelen, ancak neresi olduğu pek bilinmeyen, çok çok uzak bir yer ... FİZAN DENEN BÜYÜK BİR ÇÖL : Fizan (Arapçası Fezzan), 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda en korkulan sürgün yeriydi. Burası, bugün Libya olarak anılan eski Trablusgarp vilayetinde, kıyıdan yaklaşık 600 km. içeride, Sahra-yı Kebir denen Sahra çölünün doğu kısmında yer alan bir vahalar topluluğuydu. Bölge, kuzeyde ve güneydedağlarla, doğuda Libya çölüyle ve batıda Sahra'nın uçsuz bucaksız çölleriyle çevrilmiş, doğal bir tecrit alanı gibiydi. Anadolu'nun yaklaşık dörtte üçü büyüklüğündeki topraklar hemen bütünüyle çöllerle kaplıydı. Bölgede yegane yaşam alanları, yeraltı su tabakasının satha yakınlaştığı çukurluklar ve vadilerdi. Fizan bu gibi yerlerde görülen ender vahalar dışında insanoğluna yaşam imkanı vermeyen, sert ve acımasız bir karektere sahipti(1). 19. yüzyıla kadar geleneksel olarak Trablusgarp’ta (Libya) bir eyalet, Fizan da bu eyalete bağlı bir sancaktı. 1842'de yapılan bir düzenlemeyle Fizan önce kaza haline getirildiyse de, 1866'da Trablusgarp'ın yeni idari yapılanmaya uygun olarak vilayet ilan edilmesinden sonra yeniden onun beş sancağından biri oldu. Sancak merkezi, 19. yüzyılın ikinci yarısında nüfusu 5 bine ulaşan Murzuk'tu. Fizan, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile batılı devletler arasında sahra'daki ve orta Afrika'daki sahipsiz topraklar üzerinde bir nüfuz savaşı başlaması üzerine stratejik açıdan büyük önem kazanmıştı. Trablusgarp, özellikle de Fizan, onun bir sürgün yerinden beklediği tüm koşulları mükemmel karşılayan bir yerdi. Trablusgarp ile İstanbul arasındaki bağlantı sadece deniz yoluyla sağlanabiliyordu ve ayda birkaç taneyi geçmeyen İdare-i mahsusa seferiyle sınırlıydı. Fizan ise Trablusgarp'tan en az 30 gün mesafedeydi. sadece yerlilerin oturduğu bu ırak vahalar, tehlikeli beyinler için ideal bir tecrit yeriydi. burada ne kışkırtıcı gazeteler, ne tahrikçi arkadaşlar, ne de Avrupa'daki jön Türklerin sahip olduğu imkânlar vardı. burası, zararlı düşüncelerin ve tehlikeli planların hükmünü kaybettiği bir yerdi. Zamanla; “Fizan” somut bir yeri ifade etmekten çıkıp, “çok uzak”, “sapa”, “gözden ve gönülden uzak” yer anlamında kullanılmıştır " 1869'da bölge hakkında ki gözlemlerini yazan Alman gezgin Gustav Nachtigal'e göre her yanı çöllerle çevrelenen ve bir ticaret merkezi olarak uzun zamandan beri önemini yitirmiş olan Murzuk'ta yaklaşık 300 kişilik bir Osmanlı birliği bulunuyordu. Askeri ve idari yönetim merkezi, tamamen çamurdan yapılmış yüksek duvarlarıyla kentin kurulduğu düzlüğün ortasında etkileyici bir görünüm taşıyan kaleydi. Kentteki evlerin tamamı kerpiçten yapılmıştı. Çevreye hakim olan boz rengi bozan tek şey, kenti çevreleyen bahçelerin ve hurma ağaçlarının yeşilliğiydi. Murzukta olduğu gibi diğer vahalarda da hayat hem içme hem de sulama suyunun temin edildiği kuyulara bağlıydı. Yer altı suları yaşamın kaynağıydı. Yer üstü suları ise yok denecek kadar azdı. Yağmur Fizan'da bilinmeyen bir şeydi. Bölgedeki yiyecek kaynakları da en az su kadar kısıtlıydı. Vahalarda yapılan sınırlı ölçekteki tarım, bol miktarda hurmayla bilikte halkın başlıca gıdasını oluşturuyordu. Hayvancılık hemen hemen yok gibiydi. Fizanda yaşayan halk, bu zor koşullara uyum sağlamayı bilmişti. Onların gıdasızlığa ve susuzluğa tahammül gücü, hicri 1301 (1883-84) tarihli Trablusgarp salnamesinde şu şekilde anlatılıyordu: - Bu adamlar susuzluğa ve açlığa beşer tabiatının dayanabileceğinden ziyade katlanırlar denilse caizdir. Çünkü on günlük yola gidecek olanlar hareketlerinden önce hemen on günlük yemeği ve ol miktar suyu kendilerine mahsus bir iştahla ve kabiliyetle bir oturuşta yiyip yola revan olurlar. Yedi, sekiz gün sonra ellerine yemek ve su geçmemekle sıkılmaları takdirinde rakib oldukları (bindikleri) develerin birer damarlarından çıkardıkları biraz kanı ve devenin birini kesip em'asını (bağırsaklarını) sıkmakla biriktirdikleri mayi'i içmekle kefaf-ı nefs edip (nefislerini köreltip) muhafazaa-i hayat edebildiklerinin vuku'u çoktur ve develeri dahi kendileri gibi mütehammildirler (dayanıklıdırlar). Fizan'ı, vilayetin merkezi olan Trablısgarp'a ve diğer bölgelere bağlayan yegane ulaşım aracı, deve kervanlarıydı. Aslında kuzeyden güneye -kum çölleri dışında- yer yoktu. Demiryolu mevcut değildi. Akdeniz sahilinden Fizan'a ulaşmaya çalışan bir kişi, deve sırtında 30 ila 45 gün süren bir yolculuğu göze almak zorundaydı. ... Bölgedeki tek ticari aktivite, Afrika'nın iç kesimlerinden Trablusgarp ve Bingazi gibi uluslararası limanlara mal taşıyan büyük kervanların transit geçişlerinden ibaretti. Bu durum diğer bakımlardan olduğu gibi, ticari olarakda Fizan'ı tecrit edilmiş bir bölge haline getiriyordu(1). "Osmanlı varlığı bölgenin yerli halkından da destek görüyordu. Fizan'ın kuzey ahalisini etnik bakımdan Berber etkisi altında kalmış esmer tenliler, güney ahalisini ise Hamiler, yani siyah asıllı yerliler oluşturuyordu. ...Ayrıca yer yer Berber asıllı Tuaregler yaşıyordu. Osmanlı tebaasından sayılmakla birlikte fiilen bunun etkisini pek az hisseden Fizanlılar, Fransa'nın Cezayir'i ele geçirmesinden sonra ayni akıbete uğramaktan korkarak Osmanlı yönetimiyle ilişkilerini sıklaştırmışlardı. Fizan- Cezayir sınırının en güneydoğusun- daki Gat kasabası ahalisi, 1875'te Trablusgarp'a bir heyet göndererek himaye talebinde bulunmuş, bu olaydan sonra İstanbul hükümeti Fizan ve onun güneyindeki bölgede etkisini arttıracak önlemler almaya başlamıştı(1). İkinci Abdülhamit döneminde gerçekleştirilen en önemlilerinden biri de, buraya daha uzun süreli, yetenekli ve uyum sağlayacak yöneticiler atanmasıydı. Bölgede ki idari örgüt -lenmenin yaygınlaşması, daha önce Osmanlının ayak basmadığı küçük yerlere atamalar yapıldı. Bu yerlerde Hükümet konakları oluşturularak, Osmanlı bayrağı çekildi. Bu şekilde halkla kaynaşarak, Fransızların bölgede hakimiyet kurmaları engellenmeye çalışılıyordu. UZAKLARDA BİR SÜRGÜN YERİ : FİZAN Namık Kemal, 1873'te Hanya vapuruyla Kıbrıs'a (Magosa ) sürgüne giderken kendisi ile kader birliği eden Nuri Bey'e, " Benim için telaş etmeyin, ben Magosa'ya gidiyorum.. Siz de elbette Akka'da kalmazsınız; Fizan'ı filan boylarsınız... " diye not bırakarak, esas korkulacak sürgün yerinin Fizan olduğunu belirtmiştir. Trablusgarp , eskiden beri hem siyasi suçlular, hem de merkezden uzaklaştırılmak istenen devlet görevlileri için bir sürgün yeriydi. Ancak burası asıl ününü II. Abdulhamit zamanında edindi. Tahttan indirilme korkusunu bir saplantı haline getiren Sultan Abdülhamit, çareyi en tehlikeli düşmanlarını (Jön Türkleri) zehirlerini saçamayacakları, saçsalar bile etkili olamayacakları en emniyetli yer olan "Fizan'a" sürmekte buldu. Sürgün Abdülhamit'in en sık başvurduğu cezalandırma yöntemlerinden biriydi. Aslında bunun amacı cezalandırmaktan öte tehlikeli gördüğü muhalifleri İstanbul'dan uzaklaştırmaktı. Jön Türk hareketini dağıtmak ve örgüt mensuplarını muhafaza etmekti. Öte taraftan kimilerine göre Abdülhamit'in hemen her zaman sürgün cezasına yetinmesine neden olan şey, ondaki "adalet" ve "merhamet" duygularıydı. Ona yakıştırılan "zalim", "hak tanımaz", "keyfi" ve "nefsani" sıfatları tamamen uydurma, "Kızıl Sultan" yakıştırması ise tamamen Ermenilerin icat edip, bütün dünyaya yaydığı" bir lekeden ibaretti. ...(1). Abdülhamit'in sürgün politakası, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin İstanbul'da dağıtıl -masında başarılı olmuş, ancak çağdaş bir eğitim gören binlerce Türk gencini ülkenin ücra yerlerine sürmesi, bunların siyasi etkinliklerini, örgütlenmelerini buralarda yaymalarına yada sürgünde bulundukları yerlerden kaçarak Avrupa'da ki Jön Türklerle birleşmelerine yol açmıştır. ŞEREF KURBANLARI : 1896'da, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin planladığı başarısız bir darbe planı ortaya çıkarılmıştı. Söz konusu olayda plan, eyleme geçmeden bir gece önce cemiyet üyelerinden Nadir Bey'in boşboğazlığı yüzünden beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmış, isimler ifşa olmuş ve komplocuların hepsi ayni gece birbiri ardına tutuklanmıştı. Teşkilat üyeleri çok ağır bir suçlamayla karşı karşıya bulunuyorlardı, çünkü söz konusu plan sadece padişahın hallini değil, gerekirse öldürülmesini de öngörüyordu. ... Buna karşın Sultan Abdülhamit'in tepkisi, plana karşı örgüt mensuplarını sürgüne göndermekten ibaret kalmış, hatta planı uygulayacak olan İstanbul'daki 1. Fırka komutanı Kazım Paşa, rütbe indirimiyle İşkodra valiliğine atanarak basit bir cezayla kurtulmuştu. Abdülhamit'in saltanatı boyunca giriştiği en büyük sürgün operasyonu, yukarda sözünü ettiğimiz darbe girişiminden bir yıl sonra, 1897'de gerçekleşti. Sultan söz konusu girişimden sonra, İttihat ve Terakki'nin toparlanmaya çalışan İstanbul örgütünü yakın takibe almıştı. Bu sırada aldığı bir ihbar, örgütü tamamen çökertmeye yönelik olarak büyük bir tutuklama operasyonuna girişmesine neden oldu. Bu operasyonda İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilgili görülen 324'ü öğrenci, toplam 630 kişi tutuklanarak hücrelere kondu. Bunlar muhtelif tarihlerde ve İstanbul'un çeşitli semtlerinde yakalanmış, ayrı ayrı hücrelerde yatırıldıktan sonra hepsi Taşkışla'da toplanmışlardı. Taşkışla Divan-ı Harbi'nde yapılan yargılamalarında 78 kişi suçlu bulunarak sürgünle cezalandırıldı. Önemli bir kısmı Tıbbiye öğrencilerinden ve hekimlerden oluşan sürgün kafi- lesi, nereye gönderildiklerinden habersiz olarak, 8 Eylül 1897 tarihinde Şeref vapuruna bindirilerek yola çıkarıldı. Kafiledekiler bindirildikleri vapurun adından dolayı " Şeref Kurbanları " adıyla Jön Türkler arasında " Abdülhamit zulmünün " canlı bir kanıtı olarak efsaneleştiler. Mahkumlar 15 Eylül 1897'de Trablusgarp'a indiklerinde, plan onların Fizan'ın merkezi olan Murzuk kazasına gönderilmesiydi. ... .. Vali Namık Paşa'nın çabalarıyla çoğu Trablusgarpta alıkondu. Çeşitli görevlere atanarak kentten çıkmamak şartıyla serbest bırakıldılar. Trablus zaten öteden beri sürgün şehriydi. Buraya yollananların çoğu iş güç sahibi olmuşlardı. Yeni gelenlerde, mesleklerine göre devlet dairelerinde görevlendirildiler. Sürgünler, aralarında topladıkları parayla şehrin merkezinde bir kütüphane kurdular. Ardından Mekteb-i İrfan adı verilen, tüm hocaları sürgünlerden oluşan okul inşa edip, açtılar. Sürgünler burada siyasi faaliyetlerini sürdürmekten geri kalmıyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Trablusgarp'taki şubesi ( 7. şube ) yeni gelenlerle daha da güçlenmiş ve etkisini arttırmıştı. Ayrıca Örgüt mücadelesini Avrupa'da sürdürme kararında olanların kaçmalarına da yardım ediyordu. Gruplar halinde kaçıyorlardı. Mesala 4. firar Ferit, Yusuf Akçura ve Fazlı Beylerin ki idi. Bunu ilerleyen yıllarda diğerleri izledi. ... İlginç bir firar, 1908 yılında, iki kez ölüme hüküm giyen, sonra cezası ömür boyu kalebentliğe çevrilerek Fizan'a sürülen Bahriye Zabiti Sami Bey'inkiydi. Büyük Sahra çölünü ters yönden 6 ayda açlık ve susuzlukla mucize gibi aşıp, Gine Körfezi kıyılarına ulaşmıştı. "Çölgeçen" soyadını alan Sami Bey oraya vardığında İstanbul'da çoktan Meşrutiyet ilan edilmişti. (1) Daha sonraları ve günümüzde muhaliflerince bile olumlu icraatları, usta denge politikası takdir edilen II. Abdülhamit, genç öğrencileri, subayları, aydınları ve başarılı bürokratlarını, 30 yılı aşkın hükümranlığı esnasında oluşturduğu, hafiye ve jurnal teşkilatının, bahşiş almak için pek çok da alakasız yada sadece tanıdığı veye akrabası kişiler gibi delil ! sayarak, gözaltına aldırdığı, tutuklattığı ve yaygın olarak sürgüne gönderdiği, bilahire Jön Türk ve İttihat Terakki'nin yaygınlaşıp, güçlendiği, devamında iktidarının sonunu hazırladığı anlaşılabilmektedir. Tarihsel olaylarda geri dönüp şöyle olsa deme şansımız yoktur. Ancak ders alma şansımız vardır. Birbirini hiç tanımayanlar aynı örgüt yesi olmaktan toplanmış, kurunun yanında yaş da yanmıştır.. Bu gibi olaylarda, sürgünlerde haksız yere, üstlerinin yada rakiplerinin çekememezliklerinden iftiraya uğrayanlar olmuştur. İşin ilginç yanı bu kişiler mazlum durumda olduklarından, daha heyecanlı bir Örgütçü olup çıkabilmektedirler. İktidarlar yanlışları düzeltmeli, adaleti uygulamalıdır. Yoksa Fizan Örgüt'ün Okulu ve Kampı olur.. Olmuşturda..Tarihten ders alınmalı.! Fizan'da çok çok uzak doğrusu.... M.KÖSE.. 04.05.2008- SAMSUN.. Yararlanılan kaynak : (1)ALTUN, Mehmet - Jön Türklerin Korkulu Sürgün Yeri: Fizan denen şu yer ! TOPLUMSAL TARİH -s.24-29- Mayıs 2004 Arkadaşımız Mustafa Köse'nin Grup Maili http://www.siyasalforum.net İNTERNETTEKİ EVİNİZ |
|||
« Eski Konular | Yeni Konular »
|
Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi